17 Mayıs 2010 Pazartesi

Zorunluluklar


Bir şeyi zorunluluktan ya da severek yaptığımızda nasıl da farklı bir aurası olur o fiilin.
Severek yaptığımız her eylemimize çok hoş, yumuşacık bir enerji yayılır.
Sesimize, bakışımıza, hal ve tavırlarımıza...
Aksi gibi, ne çok zorunluluk var yaşamımızda...
Ayıp olmasınlarla geçiyor ömür.
İki seçenek görüyorum bu durumla başa çıkmak için:
Ya zorunluluklara meydan okuyup, ıssız bir adaya gitmek,
ya da zorunluluk kaçınılmazsa zevk almaya çalışmak...

14 Mayıs 2010 Cuma

En sevdiğim an



Hani PMS sıkıntısı gibi,
kara bir bulut çöker önce.
Mengene gibi sıkıştırır içten içten.
Yürek bir sıkılır, bir sıkılır
sanki bir tık daha sıkılsa dışarı fışkıracak gibi.
Kendini nereye atacağını şaşırırsın,
hangi sayfayı okusam da biraz kafam dağılsa diye bakınırsın.
Birden nasıl olursa bir hafiflik gelir,
bir adamsendecilik, bir aman be boşvercilik.
Mengeneler gevşer, yürek serbest kalır.
Bulutların arasından ışık gösterir kendini.
Tüy kadar hafifleşir ya ruh.
İşte o anları çok seviyorum.


12 Mayıs 2010 Çarşamba

İrade insana mahsus


Hiç nefis bir av karşısında, bu çok kalorili yemeyeyim diyen bir aslan gördünüz mü?
Ya da duydunuz mu,
çitin öte yanındaki koyunu beğenip de, aman o başkasının deyip,
uzak duran bir koç?
Dün akşam yemeği çok kaçırmışım diyerek
üstünde durduğu yaprağı kemirmeyen bir tırtıl?
Yazık günah diye yakaladığı balığı denize geri atan bir martı?
İrade insana mahsus... Durabilmek, seçebilmek, vazgeçebilmek, karşı koyabilmek...
Eğer insanlığın nimetlerinden dibine kadar yararlanıyor,
yeri geliyor insan hakları için ayaklanabiliyorsak,
irade de biz insanlar için...
Bu bizim doğamızda var diyen maskülen söylemler
insanlığın getirdiği diğer farklardan da vazgeçmeye hazırlar mı acaba?
Ama asıl söylemek istediğim,
iradenin kullanılıp kullanılmaması tamamen kişiyi ilgilendiren bir şey,
ya da çevresindeki birkaç kişiyi.
Özgür irade, böyle bir şey...
İradesini, seçimini bir tarafa yapar kişi ve gerisi sadece onu ilgilendirir.
Yani diyeti bozup, pastayı yemeye karar verdiyse bu onun sorunudur.
Ya da çitin öte yanındaki koyunu gözüne kestirdiyse
bu evdeki koyunu bağlar.
Bütün milleti değil...



Oyuncak zaferler


Bir laf okumuştum bir zamanlar bir yerde,
'haklı olmak değil, mutlu olmak önemli' diye.
Kendi fikrini ya da mazlumluğunu
dayatmışsan, görünüşte kazanmışsan,
ama eğer huzursuzsan, kazanmak seni mutlu edemiyorsa
zafer değildir kazandığın.
Bazen esnek olmak kazandırır.
Esnek bir ağaç fırtınada sağa sola yatsa da,
kırılmaz kuru bir dal gibi.
Zafer kazanmak mutlu etmelidir.
Mutsuz eden zaferleri
biriktirseniz, bir sandık dolusu edinseniz
ne işinize yarar?


11 Mayıs 2010 Salı

Küçük şeyler

Hep küçük şeyler bizi usandıran
Küçük şeyler bizi utandıran
Hep küçük şeyler küçük şeyler bizi yarıştıran
Küçük şeyler bizi uzlaştıran
Küçük şeyler hepsi de küçücük şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren...
Bülent Ortaçgil şarkısı var kulağımda... Küçük şeyler, büyük farklar yaratır. Farkındalıklar... Bakış açınızı değiştirir. Ama acaba küçük şeyleri yapmak, küçük şeyleri halletmek, küçük şeylerle mutlu etmek, sevindirmek, küçük farklar yaratmak daha mı zordur bazılarına... Çünkü anlaşılmaz geliyor, bu kadar küçük ve basit görünen neden yapılmaz, neden yapılmak istenmez, neden düşünülmez...

7 Mayıs 2010 Cuma

makbul ve maktul


Zaman zaman yol ayrımları çıkar karşımıza.
Çatal ucu gibi ayrılır seçenekler.
En "makbul" görünen yolu seçtiğimizde
kaç farklı olasılık "maktul" olmuştur ellerimizde.



3 Mayıs 2010 Pazartesi

Sessizce konuşmak


Genç bir çiftin önünden geçiyorum. Kız yüzünü asıyor.
-En sevmediğim şey diyor, ama belli ki ne olduğunu söylemiyor.
Çocuk diyor ki ne yaptığımı bir bilsem, anlamadım ki...
Kız uzaklara doğru bir şey söylemeden bakmaya devam ediyor.
Çocuk da anlamamaya.
Ne kadar çok yaşanan bir sahne değil mi?
Kadın susarak, çığlık atmaya çalışır.
Karşıdaki, sevdiği kendisini hiç konuşmadan anlasın ister.
Erkek, doğru izde olup olmadığını kestiremediği için varsayımlarını bile söyleyemez.
Böyle böyle büyürler.
Biri söylemez, biri bilmez.