29 Aralık 2009 Salı

Işığın gireceği bir kapı mutlaka vardır...

Aynı insan, benzer durum, farklı sonuç... Olabilir mi? Eğer o insana karşı önyargılarımızı nötr hale getirebilirsek olabilirmiş. Olabildiğini gördüm.
Aylar önceydi. Karşımdakine duyduğum olabildiğince yüklü negatif elektrik bulutuyla söylediğim bir şey aynı negatiflikle dönmüştü bana. Hassas bir 'ben' vardı belki içimde artı olarak. Yüzüme kabaca kapanan kapı günlerce zihnimi oyalamıştı. 'Kaba' deyip, kesip atmak işin kolay yoluydu aslında. Ama girdiğim yolda yapamazdım bunu, düşünmeliydim. Bana ne öğretilmek isteniyor? Bu insan yaşamıma neden girmiş, yollarımız neden kesişmiş. Ayna tutmak için bana geldiyse, neyi görmem gerekiyor? Zaten bende olan... Küçücük bir parça da olsa bana yansıttığı...
Bir süre düşündüm, bir süre gözlemledim. Onu kah anlamaya çalıştım, kah kızdım, kah sildim, yok saydım... Sonunda cevap geldi bir yerlerden( ki her zaman gelir, er ya da geç): Nasıl düşündüğüne izin vermeliydim karşımdakinin. Onun olmak istediği kimliğe saygı duymalıydım. İyi ya da kötü olmadığına göre evrende, kendi gibi 'ol'masına açık olmalıydım. Kabul edeyim, ya da etmeyeyim...
Derken çözülme başladı... O ruh, kimliğine izin verildiğini, kabul gördüğünü anladı. Salıverilmiş olmanın özgürlüğüyle belki de kendini sorguladı. Gün geldi, çok benzer bir pozisyon yaşandı...
Tarih tekkerür etmişti bir başka deyişle... Yeni durumlarımızın sağlamasını yapmak istercesine...
Tepkiler bambaşkaydı, sahne aynı olmasına rağmen...
Ben kapıyı açmıştım, ışık içeri girmişti bir kere...
Foto buradan

24 Aralık 2009 Perşembe

En çok büyüdüğüm yıl



















Daha ilkokuldayken hep konuşurduk arkadaşlar arasında... 2000'e nasıl gireceğiz acaba? Sonra lisede başka arkadaşlar katıldı hayatıma, sorunun içeriği değişti haliyle ama heyecan aynıydı. 2000'e nerde girsek? Dünyanın en önemli meselesi. Öyle ya koskoca milenyum... Çılgın olmalı, yaratıcı olmalı... İçmeli, içirmeli, kadeh kaldırmalı. Bir geceden sabaha neler sığdırılabilirse, coşku, müzik, dans, kırmızılar, arkadaşlar, sokaklar, partiler... Koskoca 2000'den bahsediyorduk, kolay değil. Hayalgücümüzü zorluyorduk. Birbirimize 2000'de ulaşacak kartlar yazıyorduk. PTT'nin öyle bir hizmeti vardı yanılmıyorsam.
(Sahi ne oldu onlara,yalan oldu galiba)

Saatler hızla o zamana yaklaştığında,nereye baksak karşımızda patlangaçlı, ışıltılı 2000 tarihini görür olduk. Manşetler, isimler, markalar hep milenyum kelimesini ekledi ötesine berisine...
1999'u 2000'e bağlayan gece geldiğinde ve saatler 12.00'yi vurduğunda hayatımın en içten duasını ediyor buldum kendimi. Hayalgücümü o kadar zorlamıştım o güne kadar nerede girerim yeni yıla diye, ama 2000'e evimden kilometrelerce uzakta bir yoğun bakım kapısının önünde gireceğimi hayal bile edememiştim. Soğuk floresanlı yoğun bakım kantininde gece gündüz, farklı 'can'ların nöbetini tutan, ama o canların hepsi için ayrı ayrı dua eden bir grup insandık biz. 'BİR' olmayı öğrenmiştik birkaç gün içinde... Paylaşmayı, gerçekten dinlemeyi, umut etmeyi, umut vermeyi, umutlar bittiğinde destek olmayı... Büyümüştük başka bir deyişle... Kantinde bir şey yiyip içmeyeni, yorgunluktan uyuyakalanı dürten bir adam hatırlıyorum, onun derdi başkaydı... Kanıksamıştı, bizim dehşetle yaşadığımızı...
Saatler 12.00'ye yaklaşırken kazanın bir rüya olmasını dilemiştim. Ama bu dilek gerçek olamadı tabii. Sonraki dileğim, sağ salim babamın koluna girerek, o hastaneden çıkmaktı. O da... olamadı.
O yıl anladım... O yıl öğrendim... O yıl çok büyüdüm.
Şimdi şükrediyorum verilen her yeni gün için. Sevgi ve sevinç yönetsin istiyorum hareketlerimi.
Garanti arıyorsan, bir beyaz eşya mağazasına git diyorum kendime. Hayatı 'şimdi'nin güzelliğinde yaşamaya çalışıyorum. Rüzgara karşı değil, rüzgarla uçmayı öğrenmek istiyorum uyum içinde... Öyle olmayı seçiyorum...

Bana bunları öğretenlere selam ediyorum, yeryüzünden...

Bu yazı öykü atölyesi için yazılmıştır: http://oykuatolyesi.blogspot.com/2009/12/yeni-kelime-2010.html
Foto: Gettyimages

20 Aralık 2009 Pazar

YOL















Bir misyonum olmalı şu hayatta... Bütünden kopup da, savrulduysam yeryüzüne eğer. Herkes kadar dokunuyor olsam da diğer yaşamlara, daha fazlasını aramaya değer. Bir katkım olmalı evrenin güzelleşmesine, bir denizyıldızını tekrar suya atmak kadar bile olsa... Bir vizyon açmalıyım, yeni bir şey söylemeliyim her gün. Belki birinin elini tutmalıyım, tökezlediğinde... Belki de hiçbir şey söylemeden, ya da eylemde bulunmadan seyirci olmalıyım, yargısız, infazsız...
Bir sözüm olmalı şu hayatta, bir hoş yankı bırakacak. Belki de ilham verecek. Aramalıyım en azından bu yolu. Kim bilir hazırdır belki benim için bir yerde, benim hazır olduğum...

13 Aralık 2009 Pazar

Laf işte

İnsanın ettiği laflar kaderi olurmuş ya bir süre sonra... Geçenlerde aklıma geldi. Birine söylemiştim ta yıllar önce... Çocuk sahibi olurken kimseye güvenmeyeceksin, anana, hatta kocana bile... Aman ne büyük laf etmişim. Niye güvenmeyeceksin? Ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor muymuş o an. Belki o yüzden, bir türlü istediğim miktarda yardımı almıyorum, alamıyorum. Şimdi kum saatini terse çeviyorum, geri gidiyorum o günlere ve lafımı geri alıyorum. Yardım almamak, yardım beklememek delilik. Eski sözlerimden dolayı olduysa bir karma, temize çekmek istiyorum...

7 Aralık 2009 Pazartesi

Aslında yoksun sen



















- Kurtulmak istediğin kötü alışkanlıkların mı var? Onların bu dünyada hiç olmadığını varsay. Hatta buna inan, dedi. Dünyada sigara diye bir şey yok. Ya da başka neyle mücadele ediyorsan. Bi şey yoksa, yaşamında da rolü olamaz öyle değil mi?
Avuçlarıma baktı... Uzun bir yaşam çizgin var. Bunu nasıl geçirmek istiyorsun? Hakkını vererek mi? Har vurup harman savurarak mı?
Cevabımı a şıkkından yana kullandım... Bakalım...

foto: http://img411.imageshack.us/i/melk2ro6.jpg/

4 Aralık 2009 Cuma

Kumsaldaki köpek

Kumsalda koştu yanıma. Eğildim, başını okşadım. Sarıldım. Uzaktan korkmuştum ama aslında ne kadar da tatlıymış, anladım.
Konuşmaya başladı benimle. 'Ben senin hırslarınım, korkularınım.' dedi. Sana bir şeyler öğretmek istedim hep, ama sen hep benden korktun kaçtın. Bak aslında barışmak ne kadar kolay benimle." Havlayacak,ısıracak sanmıştım, yanılmışım.

martının kanatları



















O gün, deniz kıyısına indiğimde çıktı karşıma... Ona falanca konuda ne yapmalıyım dedim. Bilgece bir tavırla bana martıları gösterdi. Onlar gibi aç kanatlarını. Martılar kadar özgürsün aslında. Hayatındaki her şey için formül bu kadar basit. Ya şu açtığın kanatlarınla sararsın o şeyi, ya da uçarsın aynı kanatlarla... Özgürsün... Sadece karar ver kanatlarınla ne yapacağına...

3 Aralık 2009 Perşembe

Ada














Bindim bir vapura... Hava kararmış, gece çökmeye başlamış. Kimse yok sıralarda. Sadece, bir tek ben... Zaten kimseyi alamam bu yolculuğa. Ödeyecek bir borcum var. Bu benim borcum. Onu ödemeye gidiyorum. Yalnız... Merakta... Yine de huzurlu... Borcumu ödeyecek olmanın huzuru...

Bir adaya geliyorum. Bu ada, 'ben'im... İçimde ulaşmayı istediğim, yalnız kaldığımda yüzleşeceğim yüksek benliğim. Bu yüzleşmeyi yapmak da benim borcum. Ödüyorum yavaş yavaş... Adada kimlerle, nelerle karşılaşacağım, meraktayım...