11 Haziran 2010 Cuma

Ah siz...


Niye kapatıyorsunuz bütün kapıları?
İletişim kurulmasını istemiyorsunuz kendinizle.
Soğuksunuz, uzaksınız, zırhlı.
Belli sevgisiz geçmiş çocukluğunuz.
Hırsla bakıyorsunuz hayata, etrafa.
Acıttıkça hayata tutunuyorsunuz.
Ya da acıtmaya tutundukça,
acıtıyorsunuz kendinizi.
Kelimelerinizi sakınmıyorsunuz,
süzmüyorsunuz şefkat süzgecinde.
Aslında bunca öfkenizin arkasındaki
titreyen, küçük çocukları görmek mümkün dikkatli bakınca.
Çünkü öfke, korkudan doğar.
Korkudan sebep palazlanır.
Kısırdöngünüzü kırmanız zor tabii.
Kırmaya, yıkmaya, direnmeye, uzlaşmamaya
programlı beden.
Ah bir delebilsek alışkanlıklarla kabuklaşmış çelik yeleklerinizi...
Sizi bütün dünyadan korurken, içeri sevginin de giremediği.
O zaman görürdünüz. Aslında size karşı olanın bütün dünya olmadığını,
yalnızca kendinizle savaştığınızı her gün anlardınız.
Ah siz, büyümüş ama hala şefkatsizlikten kara kuru kalmış
sizler, ne olurdu kendinizi yok etmeden önce,
şöyle bir aynaya bakabilseydiniz...
En karanlık yerde bile ışığın girebileceği bir çatlak bulunur demiş üstad Cohen,
belki aynada o ışığı siz de görürsünüz.

3 Haziran 2010 Perşembe

İp ve kuyu


"Hiçbir kuyu ipinizden daha derin değildir."
yazmış Üstün Dökmen...
Yani ne söylersen söyle, karşındakinin anladığı kadarsın demenin başka bir yolu.
Anlaşılmamak mı daha kötü, yoksa yanlış anlaşılmak mı?
Yoksa bunu çok fazla kafaya takmak mı?
Neden bu kadar önemser insan karşısındakinin kafasındakini?
Aslında kendisini çok fazla önemsediğinden mi?
Yoksa anlaşılmamanın sonuçları er geç elinde patlayacağından mı?
O zaman ipimiz kadar kuyu dileyelim hayattan,
ya da kuyumuz kadar ip.

foto:fotocommunity.com